Oscar Kazanmamış 10 Efsane Film

Paylaş:
Oscar Kazanmamış 10 Efsane Film - Paslanmaz Kalem

Sinema dünyasının gözü 24 Şubat akşamı Los Angeles’da düzenlenecek 91. Oscar Ödül Töreni’ne çevrilmiş durumda. Bu yıl düzenlenecek törenin ilginç tarafı ise ödüllerin sunucusuz bir şekilde dağıtılacak olması. 30 yıl sonra ilk defa Oscar Ödül Töreni’nde resmi bir sunucu olmayacak. Oscar Ödül Töreni’nin sunuculuğunu yapması planlanan komedyen Kevin Hart, sosyal medya üzerinden yaptığı homofobik paylaşımları nedeniyle tepki topladı. Tepkilerin ardından Kevin Hart bir özür videosu yayınladı ancak tepkiler durulmadı ve Kevin Hart, Oscar Ödül Töreni’ni sunmayacağını açıkladı. Bu yıl yarışacak filmlerin en iddialı olanı ise Alfonso Cuarón’un Roma’sı. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo dahil tam 10 dalda yarışacak Roma’nın kaç ödül alacağı ciddi bir merak konusu. Yorgos Lanthimos’un The Favourite’ı ya da başka bir film Roma’nın façasını bozabilecek mi yoksa her yol Roma’ya mı çıkacak? Bunu hep birlikte göreceğiz ama 91. Oscar Ödül Töreni öncesinde Oscar kazanmamış efsane filmleri hatırlamaya ne dersiniz?

1. The Shawshank Redemption (1994)

Frank Darabont’un hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmenliğini yaparak parladığı “The Shawshank Redemption” tüm zamanların en iyi filmlerinden biri kuşkusuz. Usta yazar Stephen King’in “Rita Hayworth and Shawshank Redemption” adlı öyküsünden uyarlanan yapım IMDb “Top 250” listesinin de yıllardır zirvesinde yer alıyor. Andy ve Red isimli iki mahkumun parmaklıklar ardındaki dramatik hikayesinin anlatıldığı kült filmin “En İyi Film” dahil 7 Oscar adaylığı bulunuyor. Ancak o yıl Robert Zemeckis’in Forrest Gump’ı Oscarlar’ı silip süpürürken “The Shawshank Redemption” görmezden geliniyor ve film 7 Oscar adaylığına rağmen maalesef hiçbir şey kazanamıyor.

2. Taxi Driver (1976)

Martin Scorsese’nin başyapıtlarından “Taxi Driver” sinema tarihinin en kışkırtıcı ve en psikedelik filmlerinden biridir. Paul Schrader’ın iki haftada yazdığı senaryoda 1970’li yılların New York’u anlatılır ve dönemin politik, kültürel ve ekonomik tükenmişliğine karşı bir başkaldırı vardır. Vietnam Savaşı’nın sancılarını üstünden atamayan bir karakterin dünya ile yüzleşmesi çok sert şekilde işlenir. İşin ilginç tarafı ise filmin Martin Scorsese’den önce Brian De Palma’ya sunulmuş olmasıdır. Hatta Robert De Niro’nun performansıyla devleştiği Travis Bickle karakteri için de bir ara Dustin Hoffman düşünülmüştür. Dustin Hoffman daha sonraları bu rolü reddettiği için pişman olduğunu açıklamıştır ama sonuca bakınca gönül rahatlığıyla proje iyi ki Martin Scorsese-Robert De Niro ikilisine kalmış denilebilir. Taxi Driver’ın “En İyi Film” dahil 4 Oscar adaylığı bulunuyor ama film ne yazık ki Oscarlar’dan eli boş dönmüştür. Martin Scorsese’nin o yıl “En İyi Yönetmen” kategorisinde yarışmaması ise Akademi’nin yaptığı şakalardan biridir.

3. Scarface (1983)

Howard Hawks tarafından yönetilen 1932 yapımı orijinal “Scarface” İtalyan asıllı bir Amerikan gangsterinin hikayesini anlatır. 1980’lerin başında bu filmin bir remake’i yapılmak istenir ve Oliver Stone’a bir senaryo siparişi verilir. Oliver Stone öyle amansız bir senaryo yazar ki ortalık yıkılır, projenin başına Brian De Palma getirilir. Orjinal yapımla arasında büyük farklılıklar olan film sinema tarihinin en ikonik filmlerinden birine dönüşür. 1980’li yılların gangster kültürünün vurucu bir şekilde işlendiği yapımda Kübalı Tony Montana karakteri üzerinden “Amerikan Rüyası“ ile hesaplaşılır. Filmdeki suç dünyasına dair realistik yapı ve şiddet tonu baş döndüren cinstendir. Brian De Palma’nın stilize anlatımı ve Al Pacino’nun ağızları açık bırakan oyunculuk perfomansı filme boyut atlatmıştır.

4. Psycho (1960)

Keskin zekasıyla büyüleyen ve “dahi yönetmenler” sınıfında yer alan Alfred Hitchcock’un Akademi ve Oscarlar ile arası hiçbir zaman iyi olmadı. Sanatı ve avangartlığı hep göz ardı edildi. Yıllarca sinema eleştirmenleri tarafından küçümsenen gerilimin efendisi, hak ettiği itibarı Cahiers du Cinéma dergisi yazarları ve yönetmenleri Jean Luc Godard, François Truffaut, Eric Rohmer, Claude Chabrol sayesinde kazandı. Hitchcock sinemasının en önemli filmlerinden biri olan Psycho, Robert Bloch’un kitabından uyarlanmıştır. Film sinemayı değiştiren kült yapımların başında gelir. Hatta Hitchcock bu film için kitaptaki şok edici bölümler seyirciler tarafından önceden öğrenilmesin diye piyasadaki tüm kitapları toplatmaya dahi çalışmıştır. Duş sahnesiyle sinema tarihine geçen filmin “En İyi Yönetmen” dahil 4 dalda Oscar adaylığı bulunuyor.

5. The Good, the Bad and the Ugly (1966)

Efsanevi İtalyan yönetmen Sergio Leone “spaghetti western” türüne damgasını vurmuştur ve The Good, the Bad and the Ugly, orjinal adıyla ”il buono, il brutto, il cattivo” filmiyle sinema tarihinin ölümsüz klasiklerinden birisini yaratmıştır. Üç acımasız serserinin kayıp bir servetin peşinde olduğu macera dolu film, planlarıyla, sürükleyici senaryosuyla, müzikleriyle ve oyunculuk performanslarıyla kültleşmiştir. Yapımının üstünden 50 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen verdiği tat hala aynıdır. Hatta günümüz sinema örneklerinde dahi The Good, the Bad and the Ugly’nin etkilerini görmek mümkündür. Clint Eastwood, Lee Van Cleef ve Eli Wallach’ın ışıl ışıl parladığı film izlemeye doyulmayacak türdendir.

6. The Shining (1980)

Korku ve gerilim türünün yaşayan usta ismi Stephen King, film endüstrisi için bir sektör halini almıştır. 1976 yapımı Carrie sinemaya uyarlanan ilk eseridir. Carrie ile gelen dalga sonrasında ise onlarca eseri sinemaya uyarlanmıştır, uykularımızı kaçırmıştır. Dahilik seviyesiyle akılları alan Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlanan “The Shining” de bir Stephen King uyarlamasıdır. Stephen King bu uyarlamayı hiç sevmediğini her ortamda dile getirse de film kült statüsündedir. Jack Torrance karakterinin ıssız bir otelde ”kulübe çılgınlığı” adı verilen bir bunalıma girmesinin ve cinnete sürüklenmesinin anlatıldığı film, unutulmaz sahneleriyle belleklerde yer etmiştir. Stanley Kubrick’in kurduğu katmanlı yapı, kullandığı metaforlar ve motifler filmi sarsıcı bir sinema deneyimi haline getirmiştir. Üstüne bir de Jack Nicholson’ın delilik sınırlarında gezinen oyunculuğu eklenince film bir klasiğe dönüşmüştür. Sahi Stanley Kubrick neylesin Oscar’ı?

7. Fight Club (1999)

“Sahip olduklarımız sonunda bize sahip oluyor.”

Chuck Palahniuk sever misiniz? Ben bayılırım. Onun sisteme saldıran öldürücü kaleminden dökülen her şeye ayrı bir merakım vardır. Keza aynı şekilde David Fincher’a da bir zaafım vardır. Elini neye atsa derinlikli bir iş çıkarır, sinematik bir şölene davet eder. Fight Club kültür endüstrisinin yarattığı tüketim toplumunu odağına alır ve yalnızlaşan insanın portresini sembolik bir şekilde çizer. Filmde subliminal mesaj bombardımanı vardır. Filmin her sahnesinde en az bir tane Starbucks bardağı görünür mesela. Film alt metin okumasıyla bir başkaldırı temsilidir. Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter üçlüsünün performanslarıyla büyülediği yapım, çürümüş düzene karşı bir çığlık niteliğindedir. Film Oscarlar’da görmezden gelinmiş olsa bile bir başyapıttır.

8. The Big Lebowski (1998)

Joel ve Ethan Coen kardeşler Amerikan sinemasının özel bir köşesinde dururlar. Kendilerine has stilleriyle, kara mizahlarıyla ve yaratıcılıklarıyla “ana-akım” içerisindeki “auteur” yönetmenlerdendirler. Coen kardeşlerin filmografisinde birçok üst düzey film bulunur ama “The Big Lebowski” denince akan sular durur. “Ahbap” lakaplı tembel ve işsiz Jeff Lebowski’nin hayatı, iki haydudun onu bir milyonerle karıştırıp evine girmesiyle ve halısına işemesiyle değişir. Coenler bu filmiyle Hollywood’un basmakalıp hikayeleriyle alay ederler ve 1940’lı yıllardaki kara filmlere(film-noir) bir saygı duruşunda bulunurlar. Filmdeki hikaye anlatımı, karakter yaratımı, diyalog yazımı muazzamdır. Jeff Bridges, Steve Buscemi ve John Goodman arasındaki ahenk ise filmi başka bir seviyeye çıkarmıştır, dersliktir.

9. 12 Angry Men (1957)

“Olayı nereye çekerseniz çekin, önyargı gerçeği hep saklar.”

Sidney Lumet’in ilk uzun metraj filmi olan “12 Angry Men” zamansız bir klasiktir. Reginald Rose’un aynı isimli oyunundan esinlenerek uyarlanan film, 1950’ler Amerika’sını ve dönemin toplumsal yapısını ele alır. Film cinayetle suçlanan bir genç ile ilgili karar vermekle yükümlü 12 jüri üyesinin karar verme sürecini anlatır. Filmin incelikle yazılmış senaryosu ve tek mekandaki yönetmenlik başarısı her sahnede kendisini gösterir. “En İyi Film” dahil 3 dalda Oscar adaylığı bulunan 12 Angry Men, Oscar kazanamamıştır ama ders niteliğindeki yapısıyla unutulmazlar arasındaki yerini almıştır.

10. Leon: The Professional (1994)

Leon filminin üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçti ama filmin etkisi geçmedi. Luc Besson bu kült esere dair ilk taslağı bir önceki filmi “La Femme Nikita” üzerinde çalışırken çıkarmıştır ve yapıyı kafasında kurgulamıştır. Besson sinemasının zirve noktalarından biri olan Leon, masum bir kızın korkusuz bir tetikçiyle gizemli ilişkisini oldukça yoğun ve simgesel bir şekilde anlatır. Orjinal senaryoda Leon ve Mathilda birbirlerine gerçekten aşık olurlar. Filmde ise üstü örtülü ama sevginin sınırlarının zorlandığı bir durum söz konusudur. Jean Reno, Gary Oldman ve Natalie Portman’ın oyunculuklarıyla efsaneleştiği filmin müzikleri ise Eric Serra’ya aittir.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.