“An”ın İçinde “Ses”le Yekvücut Olmak: Walter Benjamin’in Işığında Swans’ın İstanbul Konseri

“Kuğular muazzam bir görünüşe ama gerçekten de nahoş bir tabiata sahip canlılardır.”
Amerikalı endüstriyel müzik/post-punk grubu Swans’ın (İngilizce “Kuğular”) kurucusu Michael Gira’nın grubunun ismine dair getirdiği bu açıklama, müziklerini çok iyi tasvir ediyor. 80’lerin başında başlayıp ufak bir arayla günümüze kadar süren kariyerleri boyunca, altyapıları başta yukarıda sarf ettiğim ikisi olmak üzere blues, caz ve folka kadar varan türler arasında gidip gelse de ağır ve vurucu ritimler üzerine çalınan gürültülü, sert tonlu gitarlar ve Gira’nın -kimi zaman bas bas bağırarak söylediği- ürkütücü/agresif sözleri bu betimlemeye cuk diye oturuyor. Müzisyenin dile getirdiği şekilde, şarkıların kendileri aslında bir kuğunun görkemine sahip olsalar da grubun soundu ve müzik icra şekilleri hayvanın bu aksi mizacına uyar.
Ama kariyerlerinin başından beri müziklerinin çarpıcılığı yanında asıl zikredilen husus, grubun konserleri olmuştur. Bu naçizane yazarınız da sevgili Mert Yıldız’ın hediyesi olan biletle onların bu dillere destan konserlerinden -ya da aslında daha çok bir “ses deneyimi” diye aktarmak gerekir- birine tanıklık etme imkânı edindi. 7 Nisan 2013 Pazar günü İKSV Salon’da gerçekleşen konserde bu kadar uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve hakkında yazdığım ses, müzik ve gürültü kavramlarına dair müthiş bir deneye katılmış oldum. Bu esnada, bu kadar zamandır aklımı işgal eden düşüncelerimin tatbiki de aşağıdaki sahnede (grubu balkondan izliyordum) bire bir gerçekleşti. Önceleri, izleyicilerine, Amerika yerlilerinin buhar kulübelerindeki hislerini yaşatmak için konserlerden önce havalandırmayı kapattıran, ön sıradaki seyircilerin ellerine basan, bazı konserlerinde sahnede çırılçıplak kalan, hatta -efsaneye göre- sahnedeki seslerinin yüksekliğinden kimilerini kusturan Gira’nın, Swans konserleri için dile getirdiği “ruhu coşturucu ve bedeni yok edici” ifadesinin de ne anlama geldiğini bizzat yaşadım.
Frankfurt Okulu’ndan Alman filozof Walter Benjamin’in “Tarih Felsefesi Üzerine Tezler” makalesinde geçen, “jetztzeit” ismini verdiği kavramdan bahsetmek istiyorum.
İngilizcede “now-time” olarak literatüre giren, Türkçede de kimi yerlerde “şimdiyle dolu zaman” olarak, benim de “şimdi zamanı” diyerek alıntılayacağım bu ifade, Swans’ınki gibi avangart/deneysel/doğaçlama müzikler üzerine kurulu konserleri anlamlandırmamızda faydalı olacaktır. Benjamin’in kavramı tarih yazını bağlamında kullanışını da göz ardı etmeden sanata ve müziğe uyarlamayı hedefliyorum. Dikkat ediniz, Benjamin “şimdiki zaman” ya da “şu an” gibi bir genelgeçer tamlama kullanmamıştır çünkü bu ifadelerde -ister istemez- geçmişin ve geleceğin iması ile anın uçuculuğu bulunur. Oysaki Benjamin bu kavramla “tarihsiz bir an”ı, “sonsuz bir şimdi”yi anlatmak istemiştir. Var olan an, tarihin kıskacından kurtulmuş, zamanın sürekliliği ve tarih bozulmuştur. Andaki işaretler ve imgeler her türlü sembolizmden, çağrışımlardan bağımsız, özgürdürler artık. Gürültüde ve müzikal sürekliliği bozan her şeyde bu kavramdan bir miktar vardır çünkü bir parçanın kendine ait zamanının ilerleyişini/gelişimini engeller veya bozarlar. Ve dolayısıyla bir Swans konseri de “şimdi zamanı” ile doludur! Swans’ın emprovize ve kaotik müziği “şimdi”yi her saniye yeniden yaratır. Bunun bütün doğaçlama konserler için geçerli olduğu söylenebilir ve aslında bu bir yandan da doğrudur. Ama bu noktada da yukarıda dile getirdiğim ikinci fenomeni hatırlatmam gerekir: Swans sıradan bir emprovizasyon grubundan farklı bir şey yapmaktadır. Swans bizi aydınlatmaya çalışmaz, ders vermez ya da bir duygusal katarsise doğru da sürüklemez. Swans’ın “anlaşılmak” ya da “anlatmak”la ilgili bir derdi yoktur… Sadece “ses”in algısal bir fenomen olmaktan çıkarılıp fiziksel bir hale bürünmesi amaçlanır.
Swans konserinde sahneden taşıp size ulaşan sesin gücü ve yüksekliğini yatağından taşan azgın bir nehre benzetebiliriz; öyle ki sesin fiziksel bir hale gelmesiyle seyircinin bütün bedeni bir işitme organı haline gelmektedir. Şiddetli, mekanize ya da tribal davullar, geri planda psikotik dronelar yayan lap steel gitar, overdriveı sonuna kadar açık elektro gitar ve baslar ile Gira’nın hipnotize ya da şoke eden vokalleri sizin seyirci olarak yerinizi yeniden düzenler: Bu duyduklarınız eğlence, ambiyans ya da -günlük anlamda kullandığımız şekliyle- bir ruhani atmosfer değildir.

Bu duyduklarınız eğlence, ambiyans ya da -günlük anlamda kullandığımız şekliyle- ruhani bir atmosfer değildir
Duyduklarınız bütün varlığınızı hedef alarak onu topyekûn bir işitme organına çevirecek, modern Batılı dinleyicinin ruh-beden düalizmini yerinden sarsacaktır – işte Benjamin’in “şimdi zamanı” kavramının faal olduğu an da budur. Swans konseri esnasında yaşanan duyguyu bir esrime/coşkunluk olarak betimlemeliyiz. Dinleyici kendi vücudundan çıkarak, kendi başına cisimleşen “ses”in içine geri atılır. Bu deneyimin ardından dinleyiciye kalacak bir mutluluk/özgürlük/aydınlanma beklemek bir hata olur çünkü zaten o esnada yaşanan duygu keyiften çok bir esriklik, sevinçten çok bir süblimleşmedir… Ve sadece o ana aittir. Dinleyiciler -ve müzisyenler de- bu saf ifade anının etkisiyle, varoluşun bütün diğer güçlerinden bağımsız bir güce, “şimdi zamanı”na varlıklarını teslim etmektedir. Bu esnada anlam ve mantığın, yani aklın yanlı, aciz ve sınırlı hükmü olmadan ses ve dinleyici yekvücut olmuştur. Bu an, Fransız filozof Georges Bataille’ın erotizm açıklamasını çağrıştıran, bireyin kendini kaybettiği anlara benzer: ölüm, üreme amacı gütmeyen seks, kendini kurban etme ve sarhoşluk.
Dile getirdiğim şeyler kimi okuyuculara biraz yabancı gelebilir ama şundan eminim: İstediğiniz müzikal altyapıya ya da zevke sahip olun, siz de bu Swans konserinde bulunsaydınız, neyi kastettiğimi çok daha doğal ve rahat bir şekilde kavrayacaktınız. Tabii ki şunun da bilincindeyim: Çoğunluğa ait genelgeçer sanatsal bakış açısı, eserlerin bir miktar “anlatılamazlık, benzetilemezlik” içermesine sıcak bakar ama kendi başına duran ve “bir anlam ifade etmeyen” örneklerden de pek haz etmez. Eleştirmenler “dil”in evrenine tabi olmayan çalışmalardan korkarlar. Halbuki bir Swans konseri bunun başlı başına bir örneğidir. Evet, insan kulakları sadece duymaz çünkü duyumsamak ve özümsemek aklımızın bizden habersiz, süratle gerçekleştirdiği işlemlerdir. Ancak karşınızdaki imge sizin anlayışınızı aştığında “süblimleşme” devreye girmiştir. İşte o noktada tevazu gösterip muhakemeyi bırakmanız ve deneyimin esrikliği içinde kaybolmanız gerekir.
Hatırlatmam gerekir ki, birçok parçaları ve sahnede icra ettikleri doğaçlamalar öyle olsa da Swans bir enstrümantel grup değil. Hal böyleyken Michael Gira’nın kaleme aldığı sözler de grubun yukarıda tasvir ettiğim felsefi duruşuyla uyumludur. Müziklerinden de anlaşılabileceği gibi “güç” kavramı Swans’ın vazgeçilmez temasıdır. Bu olguyla ilgili her şey de (güce sahip olmak, gücün elden gitmesi, gücün kötüye kullanılması, sado-mazoşizm vs.) Gira’nın -Amerikalı yazar William S. Burroughs’un “kes-yapıştır” tekniğini hatırlatan- sözlerdeki edebi dilini oluşturur. Örneğin, 1986 senesinden “Greed”:
Your body is warm
You’re hiding yourself
Sleep on this bed
Cover yourself
Nothing will go wrong
Protect yourself
Sleep on this bed
Hold on to yourself
Nothing will go wrong
Nothing will go wrong
Vücudun sıcak
Kendini saklıyorsun
Bu yatakta uyu
Üstünü ört
Ters bir şey olmayacak
Kendini koru
Bu yatakta uyu
Kendine tutun
Ters bir şey olmayacak
Ters bir şey olmayacak
Ya da aynı yıl yayımlanan “Coward”, ki bu şarkı İstanbul konserlerinde de çalınmıştır. (Sağ olsun, birisi bu şarkının videosunu Youtube’a yüklemiş. Ancak Kopenhag konserlerinde kaydedilen şu videonun görüntü ve ses kalitesi daha iyi.)
I’m a coward
Put your knife in me
I don’t know you
I can’t use you
I love you
I’m worthless
Ben bir korkağım
Bıçağını içime yerleştir
Seni tanımıyorum
Seni kullanamam
Seni seviyorum
Ben değersizim
Ben Swans’ın müziğini, bildiğimiz disiplinleri hem sesle, hem de sözleriyle bozan, Walter Benjamin’in yukarıda dile getirdiğim ifadesiyle, kendi “an”ını yaratan bir müzik grubu olarak görüyorum… Ve bunu da -yine hem sesler, hem de sözler açısından- naif tavsiyeler, nazik imalarla yapmalarını beklemek hem çok sıkıcı, hem de çocukça olurdu. Bu duruş, endüstriyel müziğin öncü gruplarından Londralı Test Department tarafından 1982 seneli albümleri “Beating The Retreat”in kartonetinde şöyle özetlenmiştir:
Hayatın içine atılmış bir ölüm var. Alışılmışa zincirle bağlanmış olanlar için bir ölülük hali. Soğuk ve etkisiz duran bir dünya; ‘verim’ kavramına karşı duyulan kör inanç dolayısıyla kırılan, alaşağı edilen ve ortadan kaldırılan doğanın hareketi. Komut, analiz ve kontrol dili yanında, soğuk mantığı ile insan aklını boğan bir teknoloji tarafından programlanmış, bayağılığa gömülü insanlar. Yerinden edilmiş olan beden, yeni için, enerjisini salabilmek için, riski tadabilmek için yanıp tutuşmakta. Bu ihtiyaçtan, her şeyi yutan bir ses doğmakta; ‘lüzumsuz’, ‘inatçı’ ve ‘kaçınılmaz’ yok olmakta ve ‘eski’ ile ‘önemsiz’, saf ve şeytani bir yoğunluk karşısında boyun eğmektedir.