Takas Pazarları ve Heterotopya

Dün kitap için yaşlı dedim
Ama gece rüyamda o tahta dolabı kerpiç bir duvara gömdüm
Bunun üzerine anladım ki yaşlı olan kitap değil
Tahta kokusu zamanın
Yavuz Özdem
Özellikle Gezi Direnişi’nden beri sayıları artan, daha sık organize edilen ve ürün çeşitliliği de genişleyen “takas pazarları” zihnimde Michel Foucault’nun “heterotopya” kavramını uyandırıyor. Fransız filozofun tanımlayıp sınırlarını çizdiği bu kavram, kendi içinde farklı türlere ayrılmasıyla beraber, dâhilinde farklı mekân ve zamanlar barındıran ve bunu da ilk bakışta ifşa etmeyen yerler için kullanılmakta. Aslında heterotopya türlerinden sadece birine –zaman heterotopyasına– istinaden de olsalar, bu kavrama dair en sık verilen örnekleri söyleyelim: mezarlık ve müze. Bu yerlerdeki, geçmişin farklı zaman ve mekânlarına ait nesneler şimdiki anda var olsalar da tüm bağlam ve içkinlikleriyle zamanın üstünde bir konumda bulunmaktadırlar. Sauna ya da hamam gibi ritüel ya da arınma heteretopyasında ise Foucault toplumdan izole ve sadece belirli ritüel/işaret/kurallarla girilebilen yerleri tanımlar. Filozof, “Des Espaces Autres” (“Öteki Yerler Hakkında”) isimli makalesinde heterotopyaları olmayan toplumların baskıcı rejimlerin kurbanı olduklarını dile getirir çünkü heterotopyalar otorite ve baskıdan uzak, farklılıkların kabul edildiği ve hatta kutlandığı yerlerdir.
Paranın geçmediği ve herkesin geçmişinden birçok ürünü ve eseri sergilediği takas pazarları Foucault’nun çizdiği şablona cuk oturuyor adeta. Ve ilginçtir: Bu pazarlar fazlasıyla rağbet görmeye de başladılar. Yalnız, bu gerçeğe bakarak insanların sadece parasız alışveriş ya da otoriteden (mesela devletin vergisinden) uzakta özgürce değiş tokuş yapma amacı güttüklerini düşünmek biraz sığ kaçar. Çünkü, sizin de gözlemleyebileceğiniz gibi, çoğunluğu motive eden asıl şey nostalji hissi gibi.
Bar Rasputin’de ya da başka bir yerde yapılan müzik takası pazarlarından birine uğrayın ve insanların –benim de anlam veremediğim bir şekilde– mesela eski kasetlere nasıl ilgi duyduğunu görüp şaşırın. Mp3’ler çıktığı zaman bütün müzik piyasası isyan bayrağını çekmişti: “Mp3 dinlemeyin! Bir albümü satın alıp paketini yırtarak açtığınızdaki hazzı mp3’ler size veremez!” diyorlardı. Şimdi dönüp bakıyorum, artık kimse mp3 bile dinlemiyor; herkes dünyanın tüm işitsel arşivini belirli platformlar üzerinden (“streaming”) dinliyor. Ve galiba bunun sonucu olarak da müzik elimizde çok daha değersiz bir emtia olarak kalakalıyor. Samimiyet ve sahicilik arayan müzik dinleyicilerinin ses kalitesi düşük, cızırtılı ve ileri/geri sarmalı kasetlere geri dönmesi bunlara karşı gösterilen doğal bir tepki olabilir.
HolySin dergisinin yaratıcısı, sıkı metal dinleyicisi, sevgili dostum Ali Mert Alan şunu söylemişti: Alman heavy metal devi Bethlehem’in toplulukla aynı isimli 2016 albümünü severek dinlemiş ve bu kadar sene sonra bile böylesine yetkin bir iş çıkarabilmiş olmalarından da oldukça etkilenmiş. Ancak albümü birkaç kez dinledikten sonra, ilgisinin eskiden hiç olmadığı kadar çabuk söndüğünü fark etmiş. “Bir albüme sahip olmanın hissini alamadığım için böyle oldu,” diye yorumladı durumunu bana. Ve şunu da ekledi: “Şu anda takas pazarlarında metal ve rock dinleyicileri eskiden ilgi göstermedikleri demo kasetlerin peşinde fır dönüyor. Bu, inanılmaz bir şey! Bunun arkasındaki neden, insanların dijital medyada bulamadığı sahibiyet hissi olmalı!”
(*) Düzeltme için Mustafa Aypolat’a teşekkür ederim.